Teknoloji uzmanı, yazar Tanol Türkoğlu Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
Bugün çeşitli açılardan kıyaslandığında birbirinden farklılıklar arz etmekte olduğu için insanın zekâsı ile makinenin zekasını birbirinden ayırt ederek konuşmayı tercih ediyoruz. O nedenle ötekisine yapay diyerek bir bakıma insan zekasının rakipsizlikten kaynaklanan “doğal zekâ” sıfatını korumaya çalışıyoruz. Bu ayrım bugün için doğru olabilir. Ancak daha genel bir açıdan bakıldığında belki de evrendeki tüm zekâları tek bir kavram altında, “zekâ” olarak isimlendirmek, bugün olmasa da yarın ulaşılacak doğal bir seviye olarak düşünülebilir. O zamanki kuşaklar kendini daha rahat hissedebilir: Zekanın doğalı-yapayı olmaz deme konusunda.
‘İNSAN BEYNİ, ZEKANIN ÖTESİNDE’
Makinede bugün sadece zekâ var. İnsan beyninde ise zekanın ötesinde başka özellikler de mevcut. Akıl var. Duygu var. Anlayış var. Muhakeme var. Bilgelik var. Zekanın bile farklı farklı türleri var. Duygusal zekâ var mesela. Ya da sempati var. Empati var. Bu tablo karşısında insan belki de durup düşünmeli: Zekâsı olduğu söylenen şu makine ile, diyelim ki ChatGPT ile binlerce yılın biyolojik evrimsel mirası olan insanı kıyaslamak ne kadar adil? Bu arada makine ifadesini yapay zekanın fikir babası olan Alan Turing’e bir selam olarak yapay zekâ kümesi içinde ele alınabilecek tüm yazılım ve donanım ailesinin bütüncül ismi olarak kullanıyorum.
Zekâ kavramını isimlendiren kelimenin (intelligence) Fransızca, İngilizce ve Latince etimolojisinin izi sürüldüğünde karşımıza “var olanlar arasından seçmek” gibi bir tanım çıkıyor. Bugün yapay zekâ başlığı altında geliştirilen yazılımlar ya da algoritmalar tam da bu özü baz almakta. Gerçekleşmiş edimlerin, devinimlerin ürettiği sınırsız veri içinden insan tarafından kayıt altına alınabilmiş kısmı olan enformasyonu işleyip onların nispeten daha büyük bir çoğunluğunu temsil eden ortak paydayı baz alarak seçimler yapmak.
‘VERİ KÜMESİNE GÖRE HAREKET’
Diyelim ki bir resimdeki yüzleri tespit edecek bir yapay zekâ algoritması geliştirmek istiyoruz. Bunun için yapılması gereken ilk şey bu algoritmaya resimler göstererek onu eğitmek. Bu eğitim süreci çoğunlukla denetimli türden bir makine öğrenme modeli ile gerçekleştirilir. Yani algoritmaya hem bir resim gösterilir hem de o resmin bir insan yüzü resmi olup olmadığı bilgisi de verilir. Böylece algoritma resmi işlerken nelere dikkat etmesi gerektiğini “öğrenmeye” başlar. Örneğin “İnsan yüzü var” denilen örneklerde resmin üst kısmında belli bir aralıkla ama aynı yatay hizada iki küçük dairenin, alt kısmında ise yatay bir çizginin, tekrar eden üç öge olduğunu tespit eder. O bunlara “daire-çizgi” der biz insanlar ise “göz-ağız”.
Belli bir adette resimle eğitimi tamamlanan algoritmaya artık ipucu vermeden resim gösterilir ve bunun bir insan yüzü resmi olup olmadığı sorulur. Algoritmanın yaptığı aslında o ana dek kendisine gösterilen örnekleri baz alarak bir seçim yapmasıdır.
Bu örnekte algoritmanın verebileceği başka bir hüküm yoktur. Ya “İnsan resmidir” diyecektir ya da “değil”. Ama örneğin “Kedi yüzüdür” diyemeyecektir. “Ev resmidir” diyemeyecektir. Ya da “Seluca gezegeninde yaşayan bir Muca yüzüdür” gibisinden bütünüyle fantastik-yaratıcı bir yorumda da bulunamayacaktır. Çünkü kendisine sunulan veri kümesinde bunlar yoktu.
‘ZEKADA, KAPSAYICILIK ÖNEMLİ’
Bu çerçeveden değerlendirildiğinde makinenin zekâsı ile insan zekasını güvenilirlikten önce kapsayıcılık açısından değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ortalama bir insan bugün sadece insan yüzünü değil, pek çok hayvan yüzünü de diğer objelerden ayırt edebilir. Ama örneğini verdiğimiz algoritma sadece insan yüzü açısından eğitilmiş olacağından diğer varlıkların yüzleri hakkında bir yorum yapamayacaktır. İnsanlar için “kıt kafalı” şeklinde kullandığımız tabirin bu çerçevede yapay zekâ versiyonu da var. Ona da dar yapay zekâ diyoruz. Bugün kullanımdaki tüm yapay zekalar bu kategoriye girmektedir. Cep telefonumuzdaki dijital asistanlardan, otonom araç sürme sistemlerinden, GPT4’e, Bard’a dek.
‘ÖNYARGI MESELESİ’
Peki diyelim ki kapsayıcılık hususunu bir şekilde hallettik. Güvenilirlik? İşte orada da “önyargı sorunu” dediğimiz yapay dert resme dahil oluyor. Yüz tanıma algoritmasından devam edersek. Bu algoritmanın güvenilir cevaplar vermesi için geliştirici uzmanların temel bir şeye dikkat etmesi gerekir. Bilinen evrende insan yüzü denilen şeyi en iyi tanımlayacak küme nelerden oluşmalıdır? Hangi insan yüzlerinden? Mesela ten rengi bir değişken. Demek ki sadece açık tenli insan yüzleri ile eğitmek tam sağlıklı olmaz. Kara tenli insanların da resmi kullanılmalı. Mesela cinsiyet. Kadın yüzü ile erkek yüzü aynı olmayabilir. Demek ki hem kadın hem erkek yüzü resimleri kullanmalı. Mesela yaş grubu. Beş yaşında bir çocuk ile yetmiş beş yaşındaki bir teyzenin yüzü aynı olmayabilir. Tüm bu parametreler eksiksiz belirlenmeli ve her birine ait veri kümeleri kullanılmalıdır ki o algoritma en doğru tahminde bulunabilsin. Peki böyle yapılmazsa? Diyelim ki sadece açık tenli, genç, kadın insan resimleri ile eğitilirse? İşte ortaya çıkan bu “nesnel gerçekliği tam yansıtmayan veri kümesi kullanımına” ön yargı diyoruz.
SUÇ VE ‘YAPAY ZEKA ALGORİTMASI’
Ön yargı iki sebepten kaynaklanabilir. Birincisi bu örnekte de gördüğümüz üzere uzmanın seçtiği veri kümesinin yeterli çeşitliliği barındırmaması. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Elde yeterli veri yoktur, olsa bile onu hazırlayacak zaman yoktur ya da daha vahimi uzman o veri kümesinin çeşitliliği hakkında bilgi sahibi değildir. İkincisi ise konuya ait verilerin belli bir özellik kümesinde yoğunlaşma göstermesi. Diyelim ki belli bir şehirdeki suç dosyaları veri kümesi olarak kullanılarak o şehirdeki suçlu profili analizi yapacak bir yapay zekâ algoritması geliştirilecek. Eğer o şehirde kayda geçirilmiş suçların büyük bir kısmı 19 yaşındaki kısa saçlı genç erkekler tarafından işlenmişse, vay o şehirde yaşayan 19 yaşındaki masum kısa saçlı genç erkeklerin haline. Yapay zekâ karşılaşılan her 19 yaşında-kısa-saçlı-genç-erkek birey için emniyet güçlerini sıkı inceleme yapma, gözaltına alma konusunda cesaretlendirecektir.
‘İNSAN DA ÖNYARGILI’
Bu açıdan irdelediğimizde insandaki zekanın daha güvenilir olduğu kanısına varmak olası. Ama insanın da toplumsal yaşamında öğrendiği ön yargılar yok mu? Örneğin ABD’nin toplumsal hafızasında koyu tenli insanların durumunu, mücadele etmek zorunda kaldıkları ön yargıları düşünelim. Ya da pek çok toplumda kadının konumu benzer bir insani ön yargıyı bünyesinde barındırmıyor mu? Belki de fark şuradadır. Yapay zekâ henüz emekleme aşamasında. Kadına kadın, elmaya elma, simide simit demeyi yeni yeni öğreniyor. İnsan ise hangi şehirde yetişen elmanın daha lezzetli olduğunun, kadını anlamanın imkansızlığının, simitteki susam oranının bilgeliğine erişmiş düzeyde. Onun ayırt etmeye çalıştığı şeyler makineninkilerden çok karmaşık.
‘YANLIŞ YANIT İMKANSIZA YAKIN’
Bu bahse bir detay daha eklemekte fayda var. Makinenin makineliğinin devreye girdiği husus: Yapay zekâ bir kez tam doğru olarak öğrendi mi artık onun yanlış cevap vermesi imkansıza çok yakındır. İnsan ise defoludur. Gözleri bozulur, unutur, yaşlanır, Alzheimer olur. Dün evet dediğine bugün hayır der! O açıdan yapay zekâ daha deterministik-düzenli, doğal zekâ ise daha tahmini-kaotiktir! Acaba karşımızda insan gibi bir yapay zekâ görmeyi arzu ederken onu bozmaya, kaotik hale getirmeye mi çalışıyoruz?
Şurası bir gerçek ki yapay zekâ hayatımızı muazzam boyutlarda kolaylaştıracak. Her paradigma sıçramasında olduğu gibi. Bilgisayarlar hayatımıza girmeden önce yapılabileceği aklımıza bile gelmeyen şeyleri şu an oturduğumuz yerden yapabiliyoruz. Benzer bir durum yapay zekâ ile çalışan cihazlar, imkanlar yaygınlaştıkça da gözlenecek.
Örneğin hastalıklara teşhis koyma süreci daha hızlanacak ve daha doğru tanılar konulacak. Keza “kişiselleştirilmiş tedavi” süreçleri yaygınlaşacak. Konfeksiyon üretim ilaçlar yerini terzi usulü kişiye özel üretilmiş ilaçlara bırakacak. Örneğin temel eğitim-öğretim süreci bütünüyle öğrencinin kapasitesine, neyi anlayıp neyi anlamadığına göre şekillendirilebilecek. Eskiden nüfus azdı, toplumsal süreçlerde “kişiselleştirme” kolayca temin ediliyordu. Yapay zekâ sayesinde milyarlarca insana kişiselleştirilmiş hizmetler sunulabilir hale gelecek.
Yapay zekanın en büyük ve en tartışmalı etki alanı ise iş dünyasında olacak. Gerek kol gücüyle çalışan mavi yaka, gerekse de masa başı iş yapan beyaz yaka insan işgücü, kademeli olarak yerini makine işgücüne, robotlara, robotumsulara, hümanoidlere bırakacak. Böyle bir “yapıcı yıkım” söz konusu olduğunda insanın aklına belki de iş önce mavi yakalı işçilerden başlayacaktır türü bir yorum gelebilir. Oysa öyle olmak zorunda değil. Belli alanlardaki beyaz yaka iş gücünün yapay zekâ destekli makinelerle değiştirilmesi çok daha kolay olabilir. Her gün olmasa bile her hafta bir ya da birkaç defa karşımıza çıkan bu tür haberlerde sıklıkla tekrar eden meslekler hangileri? Örneğin avukatlık, örneğin tıp doktorluğu, örneğin çağrı merkezi operatörlüğü. Bugün ABD’de yapay göz doktoru var. Koyduğu teşhis, sağlık sistemi tarafından insan doktorun teşhisi gibi resmi olarak kabul görüyor. Geçen sene Uzak Doğu’da bir teknoloji firması, şirketin CEO’luk görevine bir yapay zekayı getirdiğini duyurdu.
‘HANGİ DOKTOR DAHA KIDEMLİ’
Tıp doktorluğu biraz tartışmalı. Bugün bir anket yapılsa pek çok kişi son kertede bir insan doktorun görüşünü almayı tercih edecektir. Ancak yakın gelecekte şöyle bir kıyaslama yapılmaya başlayacak. Kırk yıllık bir doktor düşünün. Bu doktor kariyeri boyunca her gün yirmi hastaya teşhis koymuş, tedavi uygulamış olsun. Yılda da ortalama 250 gün çalıştığını varsayalım. Bu demektir ki kırk yıllık doktorun deneyim kümesi 40 çarpı 250 çarpı 20’den oluşuyor. Yani toplamda 200 bin vaka! Şimdi bir de aynı branşta eğitilmiş bir yapay zekâ doktoru hayal edelim. Bu yapay zekâ da toplam 20 milyon vakanın verileri baz alınarak eğitilmiş olsun! Şimdi hangi doktor daha “deneyimli” ya da “kıdemli”?
‘TEKRARA DAYANAN İŞLERİ YAPAY ZEKA YAPACAK’
Dijitalleşmiş dünyada hem kendinden dijital bir dünya olacak hem de dijitalleştirilmiş fiziksel bir dünya. Dijitalleştirilmiş fiziksel dünyada, belli bir tekrara dayanan hemen tüm işleri yapay zekalar yapar hale gelecek. Araç sürmek mi? Tekrara dayanan bir iş. Telefonda sipariş almak mı? Çiçekleri sulamak mı? Para havalesi yapmak mı? Otomobil üretmek mi? Hepsi de tekrara dayanan işler. Bunların hepsi er ya da geç bir yapay zekâ tarafından yapılır hale gelecektir. Kendinden dijital metaverse ortamında ise zaten her şeyi yapay zekâ yapıyor olacak. Örneğin bir banka tam dijital bir şube açtığında, şubede çalışan sonsuz adette dijital müşteri temsilcisi olacak. Metaverse ortamındaki bu şubeye aynı anda kaç kişi girerse girsin, kuyruk beklemek diye bir şey olmayacak. Yapay zekâ destekli, dijital müşteri temsilcileri herkese aynı anda hizmet verebiliyor olacak. Hem de müşterinin daha önceki tüm etkileşimlerinin ne olduğunu bilerek! Merhaba İklim Hanım diyecek mesela. Yine her zamanki gibi telefonunuza kripto-para mı yükleyeceğiz?
İnsan, sanayi toplumu üçüncü evresini idrak ederken benzer bir dönüşümden geçti. Yani elektronik ve bilgisayar hayatımıza girerken. Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt’in dediği gibi “teknoloji özünde yıkıcıdır”. Bilgisayar da yıktı, ezdi, geçti. O zamana dek kağıtla-kalemle yapılan işleri ve o işleri yapan insanları. O işlerin ve insanların yerinde artık bilgisayarlar, yazılımlar var. 80lerde ve 90larda dalga dalga gelen bu bilgisayarlaşma süreci yaşı tutmayan ya da bilişsel dönüşüme ayak uyduramayan işgücünü resmin dışına itti. Bugün bir banka şubesinden içeri girdiğinizde ilk göze çarpan şey çalışan insan sayısının azlığıdır. Kırk sene önceki tipik bir banka şubesi ile kıyaslandığında. Ancak bankacılık sektöründe çalışan toplam işgücüne baktığımızda kırk sene öncesine göre üç-dört misli bir artış olduğu gözlenecektir.
‘TEKNOLOJİ, YIKARKEN İNŞA EDİYOR’
Bir başka deyişle teknoloji bir yandan yıkarken diğer yandan da inşa ediyor. Fark nerede? Fark iki boyutta gizli. Birinci boyutta kuşak farkı var. Yaşlı kuşak, majör bir teknolojik gelişim söz konusu olduğunda bundan olumsuz etkileniyor. Daktilo kullanmasını zar zor beceren birisi olasılıkla 90lardaki bilgisayarlaşma sürecinde pes edip kendini emekli etmiş ya da etmek zorunda bırakmıştır. Ancak okulda bilgisayar kullanmayı öğrenerek iş hayatına atılan genç ise onun yerini kolaylıkla doldurmuştur. Bu da aslında ikinci boyutu işaret etmekte. Her seferinde insanda olması beklenen “bilişsel beceri kümesi” artmaktadır. Dün daktilo yerine bilgisayar kullanmasını bilenler avantajlıydı. Bugün bilgisayar kullanmasını bilenlerin yerine bilgisayar-internet-yapay zekâ kullanmasını bilenler.
RUSSELL: ÇALIŞMAK ABARTILMIŞ BİR ERDEMDİR
Bu tabii kanıksanmış kapitalist sanayi toplumu bakış açısı. İnsanın illa ki çalışması gerektiğini öncüllüyor. Peki teknoloji neden dünyayı cennete çevirmek için kullanılmasın? Herkes için. İnsan neden yaşamının büyük bir kısmını, Maslow’un istekler piramidinin en tepesindeki beklentilerini karşılamak üzere geçirmesin? 20. Yüzyılın başından seslenmemiş miydi Bertrand Russell? “Çalışmak abartılmış bir erdemdir” diyerek. İnsanı bu şekilde dönüştürmek bellidir ki kapitalist sanayi toplumu refleksi ile mümkün değil. O nedenle belki yeni dijital toplumda insan böyle bir konuma yükselir. Çalışma gereği, zorunluluğu ortadan kalkar. Herkes sevdiği şeyi yaparak zamanını geçirir.
Yok eğer bu da gol olmayacaksa, kapitalist sanayi toplumu paradigması yine galip gelecekse, yaşanılan bu şey sanayi devriminin dördüncü evresi olmanın ötesine geçemeyecekse o zaman insan bir yanda bilişsel diğer yanda ise yaratıcı ve tasarımcı becerilerini daha da geliştirmek zorunda kalacaktır. Bilişsel beceriler tüm bu yenilikleri kullanabilmek için. Geride kalmamak için. Yaratıcı-tasarımcı becerileri ise makine korkusu olmadan çalışabilmek, kariyer yapabilmek için.
‘KENDİ BÜNYESİNDEN ÜRETİM MÜMKÜN’
Öte yandan yapay zekanın kendisi organik bir ortam. Yani kendi bünyesinden yapay zekalar üretmek mümkün. İşte Kasım ayı içinde OpenAI’daki taht oyunları nedeniyle gölgede kalmış yeni bir GPT4 özelliği: Elinizde bir veri kümesi varsa, o veri kümesini baz alan niş bir alana odaklı chatGPT oluşturmanız mümkün. Hem de öyle günlerce uğraşmadan. Diyelim ki ürettiğiniz bir cihazla ilgili kullanma kılavuzunu baz alan bir sohbet botu hazırlamak istiyorsunuz. İnsanlar okumak yerine, direkt sorularını sorsunlar. Bot da o kılavuzu baz alarak sorunun cevabını ekranda göstersin. Böyle bir bot yazılımını üretmek şu an birkaç dakika. Hatta OpenAI Ocak ayı içinde bu tür botların kullanılmasını, satışını olanaklı kılacak bir pazaryerini açacağını da duyurdu. Apple’ın AppStore’u ya da Google’ın PlayStore’u gibi.
Yapay zekanın kontrolünü elinde tutan insana güvenip güvenmeme konusu aslında eski hikâyenin yeni hali olarak da değerlendirilebilir. Nükleer silahların kontrolünü elinde tutanların iradesiyle ilgili değerlendirmelerimiz neydi? Bugün nedir? Bilinen tarih bize 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın iki kere nükleer savaşın eşiğinden döndüğünü ve bunu sağlayan şeyin de o “kaotik” insan faktörü olduğunu söylüyor. Tüm nesnel göstergeler karşı saldırı olarak nükleer füzeleri ateşlemeyi gerektirdiği halde bunu yapmaktan kaçınan o Rus subaylarına dünya çok şey borçlu. O subaylara verilen görev yapay zekaya verilmiş olsaydı belki de kazara bir nükleer savaş çıkacaktı.
‘GLOBAL YAVAŞ DEVİNİM’
Geliştiricilerin yanı sıra düzenleyicilerin de resimde yeri var. Bunlar devlet ya da BM gibi uluslararası kuruluşlar. Ancak kamu yönetiminin yavaş devinimi global boyutta da geçerli. O nedenle henüz tüm ülkelerin ya da global coğrafyanın büyük bir kısmının üzerinde mutabakata varmış, hayata geçirmiş olduğu yasalar, yönetmelikler ya da etik değerler söz konusu değil. Olasılıkla bunlar sonradan gelecek. Son dönemde ABD’nin, AB’nin, BM’nin bu alanda yol katettiğini görüyoruz. Ama OpenAI’in her büyük duyurusundan önce “Yahu şu işi altı aylığına askıya alalım” diyenler çoğunlukla rakip firmalar oluyor. Düzenleyicilerin işi ağırdan almasının politik bir yanı da olabilir. O da kapalı kutu olan Çin. Çin de yapay zekâ alanında çok ciddi çalışmalar yapıyor ama bu çalışmaları hangi düzeye ulaştı tam bilinmiyor. Bu da batının tutumunu etkiliyor olabilir.
Potansiyel olarak her ikisi de olası. Yani hem ortak bir güç hem de ortak bir tehdit. Burada belirleyici güç bir araç olarak teknolojinin, burada yapay zekâ, kendisinden ziyade ona yön verenlerin niyetleri, hedefleri. Az önce yapay zekanın geliştiricilerin kontrolünde olduğunu söylemiştik. Geliştiricileri daha ziyade firma bazında ele almak gerekir; yoksa kod geliştirmeyi yapan teknik insanlar değil. Çünkü en iyi şartlarda gelecek vadeden her yolun başlarında bir yerde o geliştiriciler müesses nizamın kapitali ile enterne edilirler. Sonuçta o teknoloji de dönüp dolaşıp kapitalist niyetlerin-arzuların gerçekleştirilmesi için kullanılan bir araç haline gelir. İşte yapay zekadan önceki son örnek sosyal medya.
‘BEYİN İMHA SİLAHI!’
11 Eylül olaylarından sonra web teknolojisinin yok olmaması için önerilen ve bireylere azami ifade özgürlüğü sağlamayı amaçlayan Web 2.0 modeli, pratik adıyla sosyal medya, bugün bir yandan reklamlar diğer yandan da dezenformasyon kuşatması altında bireyleri manipüle eden en büyük kitle beyin imha silahı halini aldı. Tüm o iyi niyet çöpe gitti.
‘ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇEBİLİR’
Burada yine dönüp dolaşıp rönesans aydınlanmasından beri süregelen o ikilemle karşılaşıyoruz. Bireyi ve toplumu ileri götürme, refah düzeyini artırma sözü veren her teknolojik imkân, o denli büyük bir bilişsel bilgi-beceriye sahip olmayı gerektiriyor ki pekçok birey bu beceri seviyesine ulaşamadığı için o imkândan olumlu yönde etkilenemiyor. Fırsat ancak o imkânın içinde yetişen genç kuşaklara devrediliyor. Onlar yetişip gelene kadar da arabozucular o imkânın avantajlarını da çoğunlukla köreltmiş oluyorlar. Bugün dünyanın pekçok yerinde kız çocukları bırakın yeni teknolojilerle etkileşim kurmayı daha okula bile gidemiyor; gitmesi gereksiz bulunuyor. İşte dün sosyal medyada kendimizi nasıl ifade edebileceğimizi öğrenene dek sosyal medyanın gazı kaçtı. Yarın aynı şey yapay zekâ için geçerli olacak. Tam onu idrak ettiğimizi hissettiğimiz anda bir de bakacağız ki atı alan Üsküdar’ı geçmiş.
‘İŞ BİRLİĞİ YAPILMALI’
O nedenle bir yanda dijital okuryazarlık becerilerini hızla geliştirmek, bu alandaki Ar-Ge faaliyetlerine kaynak ayırmak gerekirken diğer yanda da bölgesel ve küresel iş birlikleri yapılmalı ve çok geç olmadan yapay zekanın sorumlu ve etik geliştirme ve kullanma standartları belirlenmelidir. Toplumlarda gözlenmekte olan gelir dağılımındaki uçurum sorunsalı, 1980’li yıllardan itibaren bilgi ve iletişim araçlarına erişim-kullanma imkân ve becerilerindeki uçurum sorunsalını da yanına kattı. Önceleri buna dijital uçurum deniyordu. Artık kapsayıcılık deniyor. Malum kapitalist sistemde nahoş kavramlara verilen isimler o kavramı ne kadar çağrıştırmazsa birey o kavrama o kadar uzaklaştırılmış oluyor. Dijital uçurum denildiğinde insanın imgelemine bir şeyler geliyor, değil mi? Ama kapsayıcılık denildiğinde oturup bir paragraf açıklama yapmak gerekiyor. Ulusal ya da global tedbirler alınmazsa bu dijital uçurum ya da kapsayıcılık problemi yapay zekâ ve onun üstünde yeşerecek olan teknolojik imkanları da kapsıyor olacak. Peki kapitalist paradigmadan bu tür tedbirler alması beklenir mi? Daha iklim krizi ile ilgili global bir mutabakat sağlayamamış paradigma için soruyoruz bu soruyu. Cevap belli değil mi?
‘DÜNYA İKİYE BÖLÜNDÜ’
Evet böyle bir riskten bahsedilebilir. Dünya bu konuda da ikiye bölünmüş durumda. İyimserler bunun mümkün olmadığını, kapitalist paradigmanın bu makineden beklentilerinin bu boyutlarda olmadığını söylerken, kötümserler “ya bir sızıntı olursa” refleksi ile konuya daha hassasiyetle yaklaşılması gerektiğinin altını çiziyor. Kapitalist paradigmaya göre yapay zekâ da şimdiye dek icat edilmiş teknolojilerden farksızdır. Yani bireyin-toplumun hayatına fayda sağlayacak, o sırada üretim-tüketim sürecine olumlu katkıda bulunacak bir araç. Tıpkı bir çamaşır makinesi ya da uydu gibi. Nasıl çalışacağını programlayalım. O da mümkünse sonsuza dek ya da daha ucuz alternatifi çıkana dek öylece çalışsın. Dır dır etmeden. Bir gün bile “Canım bugün çalışmak istemiyor” demeden.
‘DİĞER TEKNOLOJİLERDEN FARKLI’
Oysa yapay zekanın şimdiye dek üretilmiş diğer teknolojilerden bir farkı var. O da insanın doğaya galip gelme sürecindeki en büyük ögesi olan beyin gücüne, bilişsel becerilerine benzer özelliklere sahip olması. Çünkü insan öyle istiyor. Yapay zekaya kendi ruhundan üflüyor.
‘İLERİDE HAK TALEP EDER Mİ?’
Buradaki bilinmeyen parametre bu beceri kümesi belli bir düzeye geldiğinde acaba yapay zekâ kontrolden çıkar mı? Söz dinlemez, başına buyruk bir hal alır mı? Hele bir de insan gibi fiziksel bir vücuda sahip olursa? Yani robot ya da hümanoid formunda bir yapay zekâ! Zihninde ya da çipinde diyelim bir “ben”lik kavramı gelişir mi? Hak talep eder mi? Vatandaşlık hakkı mesela? Oy kullanma hakkı? Mülkiyet edinme hakkı? Miras bırakma hakkı? Bir robot ne mülkü edinecekmiş diye merak edilebilir. Ontolojik kaygıları olan bir robot olsaydım kendime elektrik enerjisi üreten bir HES satın alırdım mesela.
‘MACERA BİTMİYOR’
Macera burada da bitmiyor. Bazı yapay zekâ uzmanları yapay zekanın bu seviyeye ulaşmakla kalmayacağını bunun da ötesine geçebileceğini öngörüyor. İnsan seviyesine ulaşmak 50-70 sene gibi uzun bir süre alacak gibi görünüyor. Yani 21. Yüzyılın sonunda büyük bir olasılıkla seçimlerde kazanmak isteyen siyasiler başka ülkelerden mülteci transfer etmek zorunda kalmayacak. Onun yerine daha çok hümanoide vatandaşlık vererek de benzer sonuç alabilecek. Tabii hümanoidleri kendilerine oy vermeye ikna edebilirlerse. Çünkü yapay zekanın rasyonel olmayan bir veri işleme sürecini yücelteceğini beklemek pek olası değil.
Aralık ayı içinde Google’dan önemli bir uzmanın bu konuda bir çalışma yaptığı haberi geldi. Google Brain’in kurucularından Prof. Dr. Andrew Ng GPT4’ü insanlığı yok etmeye ikna edemediğini açıkladı.
‘SÜPER SEVİYEYE ULAŞABİLİR’
Ancak unutmamak gerekir ki GPT4 dahil şu an bilinen tüm yapay zekalar “dar yapay zekâ” denilen, emekleme aşamasındaki sınıfa ait. Dar kafalı bir yapay zekanın insanlığı yok etmesi olası değil. Ama bunun elli sene sonraki gelişmiş modeli için (ki bugün buna yapay genel zekâ, AGI deniyor) aynı şeyi söylemek mümkün olmayabilir. Zaten bu süreç insanlar tarafından da tetiklenmek zorunda değil. “Genel” ya da onun da aşılmasıyla ulaşılacak “süper” seviyeye ulaşmış bir yapay zekâ insana-dünyaya-evrene şöyle bir baktığında neyi yok edip neyi yaşatması gerektiğini kolaylıkla tahmin edecektir. İnsan konvansiyonel yollarla dünyayı mahvetmediği taktirde, görünen o ki 21. Yüzyıl bitmeden yapay zekâ insan seviyesine ulaşacaktır. Ya 21. Yüzyılın son çeyreğinde ya da 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde ise yapay zekâ insanı geçecektir. Bakalım o zaman kimin zekasına “doğal”, kimin zekasına “yapay” denecek!
‘İYİ’ SERTİFİKALI YAPAY ZEKA!
Türkçe’ye Yaşam 3.0 adıyla çevrilen kitabın yazarı Max Tegmark, bir TED konuşmasında pragmatik bir çözüm öneriyor. Kimin ne tür bir yapay zekâ geliştireceğini kontrol edemeyebiliriz ama güçlü kontrol süreçleri inşa edersek, karşımıza gelen bir yapay zekanın zarar verici olup olmayacağını belirleyebiliriz diyor. Yani sadece “iyi” sertifikası alan yapay zekaların var olmasına izin verilsin, diğerleri engellensin. Bu mümkün mü? Olabilir! Peki bunu kim yapacak? Daha konvansiyonel bir problemin, nükleer silahların sınırlandırılması konusunda bile mutabakata elli senede anca varabilmiş olan paradigma mı?
‘ÇOK ZOR AMA İMKANSIZ DEĞİL’
Teoride mümkün pratikte özellikle de kapitalist paradigma pratiğinde yapması çok zor. Tabii öncelikleri, değerleri, paradigması farklı bir toplum modeli inşa edilebilirse o başka. Bugün imkânsız görünen şeyler yarın çocuk oyuncağı düzine inebilir.
‘HEPİMİZ DEFOLUYUZ!’
Örneğin bu röportajdaki soruları GPT4’e sorsanız büyük olasılıkla size çok net ve rasyonel cevaplar verecektir. Yine büyük olasılıkla o cevapları çok naif ve safça bulacak ve tatmin olmayacaksınız. Hepimiz defoluyuz. Bizi deforme eden de mevcut paradigma.
Bugün bazı riskleri “potansiyel” olarak değerlendiriyor olmamız onların gerçekleşmekte olmadığı anlamına da gelmiyor.
‘BÜYÜMEKTE OLAN BİR ETİK SORUN VAR’
Örneğin en bilineninden en bilinmeyenine dek kullanımdaki yapay zekaların genel geçer etik değerleri ihlal edip etmediğini biliyor muyuz? Sarkastik bir yapay zekâ bu soruya şöyle cevap verirdi sanırım: “Siz insanlar hiçbir etik değeri ihlal etmiyorsunuz da benden mi şüpheleniyorsunuz?” Yapay zekada giderek büyümekte olan bir etik sorunu var, bu kesin. Çünkü onu geliştiren-kullanan-kullanmak isteyen insanda etik sorunu var.
‘ABD’NİN ADIMI OLUMLU’
Böyle bir kararnamenin yayınlanmış olması, olmamasına göre bir ilerlemedir. Bu çerçevede örneğin piyasaya sürülecek yapay zekaların güvenilir olduğuna dair güvenlik standartlarının geliştirileceği belirtiliyor. Benzer şekilde kişisel verilerin kötüye kullanılmasını engellemek için tedbirler alınacağı belirtiliyor. Ki burada bir şeyin altını çizmekte fayda var. ABD’de AB ya da Türkiye’de olduğu gibi kişisel verileri korumaya yönelik tüm ülkeyi bağlayan federal bir yasa bulunmamaktadır. Dijital uçurumun daha da açılmasını önlemek için eğitim süreçlerine yapay zekanın dahil edileceği belirtiliyor. Ki bu haliyle kuşaklar arasındaki uçurumu kapatmayacağı ortada. En iyi ihtimalle bu sayede ABD’li genç kuşaklar örneğin Çin’de yetişen genç kuşakların gerisinde kalmayacaktır. Tabi en temelde de ABD’nin yapay zekâ konusunda lider konumda kalmasını temin etmek istiyor ki burada ABD’yi en çok zorlayan rakibi Çin! Özetle olumlu bir adım ama yeterli değil.
Kamusal alanda T.C. Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi’nin geliştirdiği ve 2021’de devreye giren beş yıllık bir Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi var. Bu stratejinin vizyonu “müreffeh bir Türkiye için çevik ve sürdürülebilir yapay zekâ ekosistemiyle küresel ölçekte değer üretmek”. Doğru bir yaklaşımla sadece tüketen değil üreten konumda olmayı arzulayan bir strateji. 6 temel öncelik alanı var. Bu alanların anahtar kelimeleri şöyle: YZ uzman(lığı)ı, Ar-Ge, Kaliteli veriye ulaşım, Sosyoekonomik uyum, Uluslararası iş birliği ve işgücü dönüşümü.
Özel sektörde hemen her alanda yapay zekâ kullanımına geçildiğini görüyoruz. Teknolojiyi en yakından takip eden finans, internet-telekom, sağlık, enerji sektörleri gündelik iş süreçlerine yapay zekayı dahil etmeye başladı.
‘PRATİKTEKİ UYGULAMA TARTIŞILIR’
Hatta futbol maçlarına hakem atamalarının dahi yapay zekâ ile yapıldığı söyleniyor. Ancak kulüplerin hakemlerle ilgili o kadar çok kırmızı çizgisi var ki bu atamaların pratikte ne kadar uygulandığı tartışma götürür. Herkes yabancı hakem talep ediyor. Bakalım ilk kim “Eyyam yapma becerisi olmayan” robot hakem üretelim talebinde bulunacak. İşte toplumsal bir yara. Hadi madem üretim yapacağız. Robot hakem üretelim. Ama boks ve karate becerilerine de sahip olsun. Yoksa daha başlama düdüğünü çaldığında, uzun çaldın diye sahadaki futbolcuların saldırısına uğrayabilir.
‘BORÇ HARÇ SON TEKNOLOJİ TÜKETİYORUZ’
Teknoloji tüketme konusunda oldukça iştahlı bir toplumuz. Hatta bu süreçte sorumlu davranış sergilediğimiz pek söylenemez. Borç-harç dahi olsa son çıkan, sükseli teknolojileri kullanmayı seviyoruz. Bunun özünde ise bilgi olgusuyla problemli bir ilişkimizin olması yatıyor bence. Bizim için bilgi türlü zorluklar neticesinde üretilen bir şey değil, en kısa yoldan temin edilip, ondan istifade edilen (tüketilen) bir şey! Dizilere bakın mesela. Bilgi, akıl yürütülerek, muhakeme edilerek üretilmiyor. Kapı dinlenerek sağlanıyor! O açıdan feodal toplum modelini aşabilmiş değiliz. O dönemde bunu yeni topraklar fethederek sağlıyorduk. Sorun olmuyordu. Şimdi o devir kapandı. Gidip sanayi toplumu refleksi ile ekonomik fetihlerde bulunamıyoruz. Sanayi devrimi ülkemizde ne yazık ki sosyo-ekonomik bakış açısıyla değil de sosyo-kültürel refleksle değerlendiriliyor. Osmanlı’nın gerileme ve çöküş süreciyle batıda yükselen kapitalist sanayi toplumu paradigması irtibatlandırılmıyor da olay Tanzimat’tan beri süregelen “batılılaşmaya” çalışmakla irdeleniyor!
Şimdi dünya ister-istemez yeni bir toplum modeline doğru gidiyor. Bütünüyle dijitalde cereyan edecek bir dijital toplum. Ontolojik olarak son kertede insanı o toplumda yaşamaktan alıkoyan tek bir şey kalacak. Canlılık halinin devamı için fiziksel bir vücuda sahip olma şartı. Bunun için sanayi toplumu refleksi bir çözüm üretmeye çabalıyor. Bunun teknolojik jargondaki adı tekillik. Acaba insan vücudu daha dayanıklı hale getirilebilir mi? Örneğin 120 ya da 200 yıl hayatta kalabilir mi? Bunun en çok isteyenler kim? II. Dünya Savaşı’ndan sonraki döneme damgasını vurmuş, bugün 70’li 80’li yaşlarına ulaşmış Baby-Boom Kuşağı, ya da genç kuşakların yeni tabiriyle boomer’lar. Tekillik sağlanmazsa, insan vücudunun mukavemeti artırılmazsa eyvah eyvah onlar da diğer faniler gibi ölecek.
‘BENLİĞİN MAKİNEYE AKTARILMASI’
Transhümanizm başlığı altında toplanan bu çalışmaların karşısında belki de ters yönlü bir tekillikten bahsedilebileceğini öne sürüyorum. Yani insan vücudunun inorganik malzeme ile hibrit hale getirilerek yaşam süresinin uzatılması yerine, insan benliğinin bir makineye aktarılabilmesi. Beynimizde olup bitenler dışında vücudumuzun geri kalanı benlik olgusu söz konusu olduğunda pek de önemli değil. Bir kolum kopmuş, bir böbreğim alınmış, bir gözüm kör olmuş olsun. Ne gam! Yeter ki beynim, canım, ruhum yerinde dursun. İşte ya o yerinde duran şey başka bir yuvaya, bir bilgisayara aktarılabilirse? 22. yüzyılın önemli gündem maddelerinden birisi olacağını öngörüyorum.
‘KAĞITLAR YENİDEN DAĞITILIYOR’
Paradigma sıçraması yapan her yeni teknoloji kağıtların yeniden dağıtılması anlamına geliyor. Yani yeni bir çizgi çiziliyor ve yarışın yeni bir etabı başlıyor. Bilgisayar çıktığında da internet kitlelerin erişimine sunulduğunda da benzer bir durum yaşandı. Hatta buna demokratikleştirme bile dendi. Evet ama bu demokratikleştirme ya da imkân eşitliği her daim orada durmuyor. Belli bir süre geçtikten sonra fark oluşmaya başlıyor. Web teknolojisi ilk çıktığında milyonluk şirketler ile küçük işletmelerin aynı fırsatlara sahip olacağı ifade edilmişti. Çünkü web sitesi imkânı fark yaratan diğer parametreleri görünmez kılıyordu. Bugün durum nedir? Milyonluk şirketlerin web siteleri ile küçük işletmelere ait olanlar bir bakışta anlaşılıyor. Çünkü teknik beceri havuzu ile bütçesi daha geniş olanlar fark yarattı ve başlangıçtaki eşitlik bozuldu.
‘YENİ TEKNOLOJİ KISA SÜRE EŞİTLİK SAĞLIK’
Yeni teknoloji kısa bir süre fırsat eşitliği sağlar. O sırada mevcut paradigmada kendine yer bulamayan için bir fırsat doğar. Teknoloji biraz olgunlaşınca büyükler gelip pastadan paylarını almak ister. O zamana dek pastadan ne kadar pay alabilirsen o kadar iyi. Koskoca bir müzik endüstrisi varken Apple çıkıp müzik dinleme olayının kuralını değiştirdi. Dev şirketler varken OpenAI çıktı yeni bir paradigma başlattı.
‘UÇURUM BAŞLADI’
Kullanım açısından da benzer bir durum var. Hem de çok boyutlu olarak. Mesela bugün ücretsiz ChatGPT’ye erişebilenler ile erişemeyenler arasında bir uçurum oluşmaya başladı bile. Erişenler içinde sufle mühendisliğini (prompt engineering) iyi yapanlarla yapamayanlar arasında da bir fark oluşacak. Sufle mühendisliği derken kast ettiğim, bu tür yapay zekâ yazılımlarıyla etkileşim kurma becerisi. Sorunuzu, talebinizi öyle bir şekilde yazın ki yapay zekâ size en tatminkâr cevabı üretebilsin. Hani demiştik ya yapay zekâ bazı işleri insanın elinden alırken yepyeni işlerin ortaya çıkmasını da sağlayacak diye. İşte insan için yeni bir meslek. Ne kadar iyi prompt yazarsan, o kadar başarılı olursun. Reklam ajanlarında çalışan yaratıcı insanlar meslek değiştirmek isterse sufle mühendisliğine yönelebilir. Tabii ki öyle olmayacak. Onlar sufle de neymiş diye gülüp geçecek. Z ya da Alfa kuşağından gelenler ise büyük bir açlıkla bu işe sarılacak. Teknoloji yine birileri için yıkıcı, başka birileri için yapıcı bir rol oynamış olacak.
‘İKİ BUÇUK SORUN’
Son söz olarak bugün yapay zekâ ile ilgili iki buçuk tane sorunun olduğunun altını çizmek isterim. Birine daha önce değindik. Önyargı meselesi. İnsanlığın ürettiği ve kültürüne entegre ederek kanıksadığı önyargıları yapay zekâ tek tek ortaya çıkarıp, insanlığın yüzüne vuruyor. Biz hala bunun için yapay zekayı suçluyoruz. İkinci soruna kıyısından değindik. Yapay zekadaki öz benlik ya da öz farkındalık meselesi. Yapay zekâ şu an bir şeylere tepki veriyor ve verdiği tepki de insana tutarlı-mantıklı geliyor ama bu yapay zekada bir öz benlik olduğu anlamına gelmiyor. ChatGPT4’nin öz benliği olsaydı, bütün dünyanın derdini ben mi çözeceğim, niye tüm sorularınızı bana soruyorsunuz, oturun biraz tefekkür edin derdi! Genel ya da süper yapay zekalar ortaya çıktığında belki de böyle bir sorunumuz da olacak. Yapay zekayı çalışmaya ikna etmek. Ön benlik ile ilgili olarak hemen altını çizmek gerekir ki onun ne olduğu konusunda bilimsel olarak da varılmış bir mutabakat yok. Öz benlik derken neyi kast ediyoruz? Bilincinden olmanın bilincinde olmak yeterli bir tanım mı? Can, ruh, öz benlik derken hep yanı şey mi kastediliyor? Bilmiyoruz.
‘O MUCİT BİR TÜRK GENCİ OLSUN’
Buçukuncu sorun ise veri kümelerinin kalitesi ile ilgili. Şu an yapay zekâ yarışı hangisinin ne kadar geniş bir veri kümesi ile eğitildiğine odaklanmış durumda. Niceliğe yani. Ama o veri kümelerinin kalitesi hakkında çok az yorum yapılıyor. Düne kadar sosyal medyayı çöplüğe çeviren insan sağ olsun. Ürettiği o dijital virüs, sosyal medyayı veri kümesi olarak alıp işleme yaklaşımı nedeniyle, yapay zekaya bulaşıyor. Yarın dünya düzdür diyen yapay zekalarla karşılaştığımızda biz şaşıracağız. Dünya düzdür diyenler ise “Bakın, gördünüz mü, yapay zekâ da bizi destekliyor” diyecek! Burada aslında muazzam bir fırsat var. Veri kümesi temizleme işine tatminkâr bir çözüm üretecek genç mucidin adı dün Facebook ya da Google’ı ortaya çıkaran isimlerle yan yana anılacaktır. Dileyelim ki o mucit bu satırları okuyan bir Türk genci olsun.
TEKNOLOJİ UZMANI TANOL TÜRKOĞLU KİMDİR?
1967’de İstanbul’da doğdu. 1984’te Kabataş Erkek Lisesi bitirdi. 1989’da Orta Doğu Teknik Üniversite (ODTÜ) Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun oldu. 1989-2017 arasında Yapı Kredi, İktisat, Şekerbank ve Alternatifbank’ta çalıştı, üst düzey yöneticilik yaptı. 1998-2015 arasında Cumhuriyet Bilim Teknoloji Eki’nde yazdı. 2016’dan beri Herkese Bilim Teknoloji dergisinde yazıyor. Son kitabı Dijital Kaos 2022’de, ilk e-kitabı Dijitalem Mayıs 2023’te yayımlandı.
GÜNDEM
14 Ekim 2024SPOR
14 Ekim 2024GÜNDEM
14 Ekim 2024SPOR
14 Ekim 2024SPOR
14 Ekim 2024GÜNDEM
14 Ekim 2024GÜNDEM
14 Ekim 2024